“Beni kendi bölgemden, kendi okulumdan söküp de oralara taşıdıkları için aileme çok kızdım.”

Ben 60 kuşağından biriyim. 21 Eylül 1960’da Kıbrıs’ta dünyaya geldim. Annem babam Kıbrıslı Türk. Lefkoşa’da oturuyoruz ve bütün çocukluğum ve yaşantım Lefkoşa’da geçti. Pandemiden sonra daha rahat bir yere geçmek istedim, büyük şehirden kurtulmak istedim. Size göre büyük değil ama bizim Kıbrıs’ın standartlarına göre büyük olan Lefkoşa’dan, deniz kenarına Girne’ye taşındım. Üç kardeşten en büyüğüyüm. İki tane erkek kardeşim var. Kıbrıs’ta iki tane harp geçirdik.
Ben harpten önce doğanlardanım. Kıbrıs Cumhuriyeti’nde doğdum. 60 kuşağına bakarsanız daha mücadeleci, daha sorumluluk alan, daha cesur olduklarını görüyorum.
Ben 77-78 İngilizce tedrisatlı bir kolej mezunuyum. 11 yaşındayken, babam yarım kalan üniversite eğitimini tamamlaması için İngiltere’ye göç edenlerden, burs alıp gidenlerdendi. Ben de 1971 yılından 1975 yılına kadar, ilkokul sonla orta bölümü İngiltere’de okudum. İngilizceye vakıf biriydim. O kültür çatışmasından, buradaki gibi küçücük bir adadan Londra gibi büyük bir şehre gidip, hiç bilmediğim bir lisanla karşı karşıya kaldım. Yes no’dan başka hiç bir şey bilmeyen ilkokul son sınıf öğrencisi olarak çok zorluklar yaşadım. Beni kendi bölgemden, kendi okulumdan söküp de oralara taşıdıkları için aileme çok kızdım. Fakat yıllar geçince o öğrendiğim lisanın ve gelişim çağımın İngiliz prensipleri içinde geçmesi, nezaket kuralları içinde farklı bir kültürle karşılaşıp Kıbrıs Türk kültürüyle harmanlanması benim gelişimime çok büyük katkı yapmıştır. Dolayısıyla 77-78 döneminde Londra’dan Kıbrıs’a İngilizce tedrisatlı bir koleje geri döndüm. Ne kadar şanslıydım ki ilkokulda bıraktığım arkadaşlarımla 5 sene sonra aynı sınıfa geri geldim. Sınavla girilen bir okul olması sebebiyle çok zor böyle bir şansın doğması. Bu benim için büyük bir şanstı. Tabi ki İngilizcem çok iyiydi. Bu sefer Türkçem zayıflamıştı. Çünkü orada haftasonu olan okullar çok uzak olduğu için Türk Okulu şansım olmamıştı.
“Ailem siyasi karışıklıktan dolayı benim gitmeme razı olmadı. Ama bu hep içimde bir ukde olarak kaldı.”
78 yılında bu kolejden mezun olduğumda maalesef Türkiye’de durumlar çok iyi değildi. Anarşi vardı. Siyasal kavgalar vardı. Okullar sürekli boykottaydı. Benim de hayalimde hep hukuk okumak vardı. Hukuk da 450 toplam puan istiyordu. O zamanlar tek sınava giriyorduk. Türkçem de çok zayıftı. Ama hep bir mücadele içinde kendime kitaplar buldum. Dersaneye gitmedim. Kendi kendimi üniversiteye hazırlamaya çalıştım. Hukuk için benim puanım 400’de kaldı. Fakat İngilizce bölümüne gidebilmek için 350 puan yeterliydi. 570 dil puanım olmasına rağmen, ailem siyasi karışıklıktan dolayı benim gitmeme razı olmadı. Ama bu hep içimde bir ukde olarak kaldı. Ailemi yine çok suçladım. Kolejden çıktıktan sonra, 19 yaşındayken bir bankada çalışmaya başladım. 19 yaşımı doldurmadan evlendim. Dolayısıyla benim için üniversite hayali bitmişti.

“İngilizce bilmem bana çok kapılar açtı.”
O zamanlar Kıbrıs’ta üniversiteler yoktu. Bir tek öğretmen yetiştiren ‘öğretmen koleji’ vardı. Ailemin ısrarlarına rağmen, beni üniversiteye göndermedikleri için inat ettim, ben de o sınava girmedim. Ve çalışıp hayatımı kazanmaya başladım. Çok da iyi bir maaşım vardı. Hiç şikayet etmiyorum. Ama eşim Orta Doğu Teknik Üniversitesi Elektrik Elektronik bölümünden üçüncülükle mezundu. Dolayısıyla onun etrafındaki arkadaşları, bana ‘Siz nereden mezunsunuz’ diye her soru yönelttiklerinde ben ‘Ya kolej mezunuyum, işte, yani anarşik olaylar, biliyorsunuz, biz gidemedik’ gibilerinden cevaplar veriyordum. Ama içimde, tam olarak eziklik demeyeceğim ama bir pişmanlık, bir isyan vardı. Hep içimde bunun mücadelesini verdim. Fakat dediğim gibi İngilizce bilmem bana çok kapılar açtı. Fulbright’tan burslar aldım. 8 yıllık bankacılıktan sonra iş kadını oldum. Eşimle birlikte Almanya’ya tekstil ihracatı yaptık. Dolayısıyla iş kadınlarını geliştirme projelerinde hep ön plandaydım. George Washington Üniversitesi’ne kadınları geliştirme programına burs alarak gittim. Biliyorsunuz ki çatışan bir adadayız. Bu yüzden barış eğitimi, Avrupa Birliği’nin, Birleşmiş Milletler’in hizmet içi eğitimleri, workshopları, çalışma atölyeleri vardı. Onlara hep çağrıldım. En son Norveç’te akran arabuluculuğu üzerine bir çalışma yaptım. Bunu kendi doktora tezime taşıdım. Bu konuda öğretmenlere hizmet içi eğitim geliştirdim. O vesileyle sürekli gidiyorum Türkiye'ye ve bu konuda çalışma atölyeleri düzenliyorum.
“İnanır mısınız, 45 yaşındaydım, babamın önüne çıktım.”
Kızımı üniversitede Bilkent Hukuk kazandığında, oğlum koleje devam ediyordu. Kızım, ben ve oğlum aynı okuldan mezunuz. Ben de İngilizcemin çok iyi olmasından dolayı kızımı gönderdikten bir sene sonra üniversiteye girmeye karar verdim. En kolay yapabileceğim İngilizce Öğretmenliği’ydi, çünkü İngilizce lisanına vakıfım. Hukuk’a gidersem, bunun barosu var, stajı var. Bunları hiç göze alamadım. Ben aslında böyle lay lay lom girdim. Sırf elimde bir diploma olsun da, biri bana sorduğunda “evet, yakında İngilizce öğretmenliği’nden mezunum” diyebilme adına. Size garip gelebilir ama bu hep içimde olan bir duyguydu. Bir eziklik gibi de degil, ama bugün bile tam tarifini yapamıyorum. Yani ezik miyim, değilim, öyle miydim, değildim. Ama içimde hep eğitimi tamamlayamama, o isteğimi yerine getirememe duygusu vardı. İnanır mısınız, 45 yaşındaydım, babamın önüne çıktım, ‘Babacığım sen oğlanlarını okuttun, onların üniversitelerini karşıladın, ilk giriş ücretimi senden talep ediyorum’ dedim.
‘Tamam kızım’ dedi. Açık çek verdi. Bu konuda çok şanslıyım. Yemek konusunda, evde yapılacak işler konusunda da annem, çok yardımcı oldu. Aslında bütün ailemin desteğini aldım. Eşim gece ikilere üçlere kadar gençlerle çalışmama, proje yapmama hiç isyan etmedi. Bu da büyük bir şanstı benim için. Eşim de üniversitede öğretim üyesiydi. Ama karşı gelebilirdi, “Hayır, senin yerin evin” diyebilirdi. Türk kültüründe maalesf bunlar karşımıza çıkıyor. Ben bu konuda çok şanslıydım. Baştaki şanssızlığı bir şansa döndürdüm ve 2009 yılında kızım Bilkent Hukuk’tan, ben Yakın Doğu’dan ve oğlum da kolejden mezun oldu. Bunları anlatırken çok duygulanıyorum.
“Bu süreç hiç kolay olmadı.”
Yüksek lisansımı da İngilizce Öğretmenliğinden yaptım. Doktorada da durmadım. İlk lisans giriş paramı babam ödemişti ama sonrasında 4.00 puanımla burs kazandım. Yüksek lisansım için başka bir eğitim vakfından burs aldım. Doktoramı da üniversitemizin kurucusu Suat Günsel bursunu alarak tamamladım.
Doktoramda farklı bir şey yapmak, ufkumu genişletmek istedim. Eğitim Programları ve Öğretimi’ni seçtim. Bu defa Türkçe bölümüne aktarıldım. Önceden İngilizce bölümündeydim, her şeyim İngilizceydi. Tezimi nasıl yazacağım diye kaygılanmaya başladım. Fakat gördüm ki Türkçem de varmış, zayıf değilmiş, yazabiliyormuşum. Doktora için İngilizce’den farklı bir bölüme geçtiğim için fark dersleri aldım. Onları zaten İngilizce okumama rağmen yine de zorlukları başararak bir yere geldim. Bu süreç hiç kolay olmadı. Çok zordu benim için. 2005’te lisansa girmiştim, 2017’de doktora tezimi verdim ve yardımcı doçentliğimi aldım.
“Beni doyuran öğrencilerimin başarısıydı.”
Ben doktora öğrencisiyken araştırma görevlisi olarak tam gün ders vermeye başlamıştım. Hatta benim çok güzel de bir deneyimim oldu. Türkiye’de bir dönem üniversitelerdeki hocalar fişlendi, bazı üniversiteler hocasız kaldı. Katıldığım uluslararası konferanslarda Yeditepe Üniversitesi’nden bir teklif aldım. Rehberlik ve Eğitim Psikolojisi alanında açık olduğunu ve yarı zamanlı çalışabileceğimi iki arkadaşımla bana teklif ettiler. Arkadaşım o zaman yardımcı doçentti, ben uzmandım. Ve her hafta Cuma günleri Yeditepe’ye uçtum ve pazarları geri döndüm. Bu da benim için çok büyük bir şans ve çok farklı bir deneyimdi. Doktor olduktan sonra da ben hiç bir zaman parayı ön plana koymadım. Bizim Kıbrıs’ta eğer devlet üniversitesi değilse, maaşlar çok yüksek değildi. Sunulan imkanlar da çok fazla değildi. Maaş yönünden tatminkar bir maaş yoktu. Beni doyuran öğrencilerimin başarısıydı. Bir gün kampüsün içinde dışardan gelen bir arkadaşımla yemek yiyordum. Bir tane bayan geçti ve sonra geri döndü. Ben de gözümün ucuyla farkettim, hiç alıcı gözle bakmadım. Geldi önüme ,“Hocam, teşekkür ederim’ dedi. Eski öğrencilerimden biri. “Niye”, dedim. “Hocam, ben KPSS’ye girdim, ve sizin dersinizde üstüne basa basa durduğunuz ve bizi uyarmaya çalıştığınız hangi konular varsa hepsi KPSS’de önümüze çıktı, ben bunları sizin sayenizde yapabildim” dedi. Bu benim için alacağım yüz bin TL’lik maaştan çok daha kıymetlidir. Ben bunlarla beslendim.

“O dosyayı aldığımda bütün ev başıma yıkıldı.”
Doktora sürecinde etik olarak bir sorun yaşadım. Akran arabuluculuğu üzerinde hazırlık sınıfında olanlara yönelik bir eğitim programı hazırlamayı hedefledim. Bütün çalışmalarımı, bütün ölçeklerimi, doktora öncesi seminer konularımı bu yönde yaptım. Doktorada konunuzu jüriye sunduğunuzda, kabul edilirse çalışmaya devam edebilirsiniz. O jüride başka üniversiteden hocalar da bulunur. Türkiye’den de iki tane değerli hocamız vardı. Ben sundum, kabul de edildi. Eğitim Bakanlığı’ndan Talim ve Terbiye’den de iznimi aldım. Bir iki hafta sonra bir telefon aldım. Talim Terbiye’de olan bir arkadaş, devlet memuru bana “Nükhet hocam, biz bir çalışma yapıyoruz. Sizin bu konuda çalışmalarınız var. Acaba bize materyal geliştirmede yardımcı olabilir misiniz?” dedi. Dedim ki “Çok yoğunum, doktora sürecindeyim, ama elimden geleni yaparım. Bana projeyi atar mısınız?”. O dosyayı aldığımda bütün ev başıma yıkıldı. Benim sunduğum konumun aynısını başka üniversiteden birileri almış, program geliştirmiş ve bana materyal geliştirmem için teklifte bulunuyorlar. Hiç üşenmeden sabaha kadar o dosyayı okudum, fosforlu kalemlerle işaretledim. Ertesi gün danışmanıma gittim. Aynı zamanda dekanımdı. “Alın size, işte benim tezim bitmiştir” dedim. Bana çok acı veren ise orada olan bir profesörün de adının olmasıydı. Bu beni çok üzdü. Bunu kabullenemedim. “Ben ölçme ve değerlendirme üzerine bir şey geliştiriyorum, artık bu konuyu çalışmıyorum” dedim. Danışmanım “Hayır Nükhet bu konuda çok açık var, biz bu konuyu çalışmanı istiyoruz” dedi. Sonra o çalışmaları yırtıp, havaya fırlatarak keyif yapmaya çalıştım ama aslında içim ağlıyordu. Sonuç düşündüm, “Tamam” dedim. Bunlar öğrencilerle hazırlıyorlar, programı yapacaklar. Ama bu programı verecek hoca var mı? Bu konuda eğitim var mı? Beceri var mı? Yok. “O zaman ben de öğretmenlere bu konuda hizmet içi eğitim programı geliştireyim” dedim. Ve böyle bir dönüş yaptım. Yine aynı akran arabuluculuğu üzerine, ilkokul öğretmen ve yöneticilerine yönelik 13 modüllük, 40 saatlik bir hizmet içi eğitim programı geliştirdik.
“Şansı da biz yaratırız, şanssızlığı da.“
Önce kendinize, yapabileceğinize, başarabileceğinize inanın. Ben olumsuzluklar içinde bile olumluya takılırım. Hiç “vah vah tüh tüh öldüm bittim, benim kaderim buydu” demem. “Ben şanssızım” deyip olumsuzluğa hiç takılmam. Olumsuzluğun içinde bile olumlu, en güzel yanını bulup, onunla yoluma devam etmeye çalışırım. Kendini bulmak isteyen ve hayal ettiği şeyleri gerçekleştirmeye çalışan insanlara hep bunu öneririm. Bir de İngilizcede çok sık kullandığım bir söz var; “If there is a will, there is a way”. İstek varsa yöntemi vardır. Önce siz isteyeceksiniz ve yöntemini bulacaksınız. Mahatma Gandi’nin sözlerini çok severim. “Değişim istiyorsanız önce kendinizden başlayacaksınız”. Etrafı suçlayıp, kendinizi ayrıştırıp, diğerlerini sebep gösterip hiç bir yere varamazsınız. Eğitim sistemini suçlarız, öğretmenleri suçlarız, herkesi suçlarız ama biz neredeyiz? Aslında biz de o çarkın bir parçasıyız veya ortağıyız. Dediğim gibi önce kendinize inanacaksınız. Fırsatların size gelmesini beklemek değil, oraya gitmenizi sağlayacak küçük küçük adımlar ve olumlu düşüncelerle yolunuzu açabilirsiniz. Tabi ki herkes benim kadar şanslı olmayabilir. Yine de şansızlığa takılıp da bunu kendine mal etmek çok yanlış. Çünkü şansı da biz yaratırız, şanssızlığı da.
Kommentare