”Üniversite insanlarla geçinebilme, beraber yaşayabilme yeteneğini kazandırıyor insanoğluna.”
1977 Elazığ doğumluyum. İşçi bir ailenin çocuğuyum. Üç erkek çocuktan ortanca olanıyım. Herkes gibi sıradan bir çocukluk geçirdim. Hayvanları her zaman sevdim, ama hayvanlarla çok içli dışlı bir hayat sürmedim. Köyde değildim, şehir merkezindeydim. Bazen ortaokul dönemlerimde sokakta böyle sevimli köpek yavrusu bulduğum zaman evde besleyeyim diye ısrar ederdim, getirirdim, reddedilirdim. Öyle bir ilgim vardı, ama çok içlerinde değildim.
Ben anadolu lisesinde okudum ama anadolu lisesi şu anki anadolu liseleri gibi değildi. İlkokuldan sonra sınavla alınan, bir yıl hazırlıktan sonra ortaokul ve lisenin aynı lisede devam ettiği her ilde olmayan Anadolu liseleriydi. Tabi seçkin bir okul sayılıyordu. Okul çok başarılı bir okul olmasına rağmen ben çok başarılı bir öğrenci değildim. Sosyal bir öğrenciydim, ancak parlak bir öğrenci değildim.
Elazığ’da doğup büyüdüğüm için, sırf batıda bir yerleri görmek, dışarıdaki hayatı yaşamak adına Balıkesir’de İşletme bölümünü yazdım ve oraya gittim. Çok aklımda bir kariyer planı yoktu açıkçası. O yıllar da şimdiki gibi değildi, iş bulmak daha rahattı. İş kaygıları çok fazla yoktu. Sadece öğrencilik yaşamak adına gittim. Kendime göre de güzel bir üniversite hayatı yaşadım. Üniversitenin insanlara mesleki bilgi ve tecrübe anlamında çok bir şey kattığını düşünmüyorum. Hukuk gibi, tıp gibi bazı bölümleri bunların dışında tutuyorum. Ama insanlarla yaşamayı, empati kurmayı kazandırıyor. Bu yaşıma geldim, hala daha bu fikrim değişmedi. O anlamda herkesin kazanması gerekiyor, diye düşünüyorum. O okuduğum bölümün, benim sonraki çalıştığım, bulunduğum işlerde mesleki olarak birşey katmadı. Gittiğim, yaptığım işleri işin içine girdikten sonra öğrendim, ama üniversite insanlarla geçinebilme, beraber yaşayabilme yeteneğini kazandırıyor insanoğluna.
”Hep bunun planını yapıyordum ama bir türlü cesaret edemiyordum.”
Ben öğrencilik yıllarımda da çalıştım. Balıkesir’de olduğum için, orada turizm sektörü ile ilgili işlerde çalışmıştım. Ama asıl işim finans sektörü oldu. Finans derken bankacılıktan ziyade, işim borsaydı. Bir yatırım şirketinde müdürdüm. Bu işe giriş mülakatımda borsa ile ilgili ne bildiğim sorulduğu zaman hiçbir şey bilmediğimi kendilerine ifade etmiştim. Sanırım tercih edilme sebeplerimden birisi de bu oldu. Çünkü yarım yamalak bir şey bilmektense bizimle her şeyi baştan öğretelim dediler. Bu şekilde başladım. Platform asistanı olarak başladığım bu süreçte, son 6-7 yılımı şube müdürü olarak geçirdim. İşimi severek yapıyordum. Gelebileceğim güzel bir noktaya da geldim. Ama özel sektörde yaptığınız işi sevseniz bile önünüze konan hedefler vs. biraz daha çekilmez hale getirebiliyor. Bu arada insanlara hedefleri dolduramadığı taktirde işine devam edebilecek mi edemeyecek mi, bu hisler, büyük ya da küçük bir şekilde hissettiriliyor. Hatta her gün sabah aynı saatte kalkıp, tıraşımı olup, takım elbisemi giyip düzenli bir şekilde simit satsam bile, daha çok kazanır ve daha çok mutlu olurdum diye hep aklımdan geçiriyordum. Belki birçok kişi aklından geçiriyor. Tabi ki buna cesaret etmek kolay olmuyor. Ben de bu konuda o kadar cesaretli olduğumu söyleyemeyeceğim. Benim bu işe geçiş sürecimde şirket bir küçülme kararı aldı. O noktada benim Elazığ'ı bırakıp büyük şehirlere gitmem gerekiyordu. Çocuklarım küçüktü. Mecbur kalmasam belki de o ilk adımı atmakta çok zorlanırdım. Hep bunun planını yapıyordum ama bir türlü cesaret edemiyordum.
Bu süreçte ne yazık ki kimseden pek destek alamıyorsunuz. Kulağa hiç hoş gelmiyordu. Ben “Herşeyi bırakıp da at çiftliği açayım” dediğimde, genelde “Mantıklı değil, gayet güzel bir işin var, gayet güzel kazanıyorsun iyi bir yerdesin konum olarak, bilmediğin bir iş, daha önce hiçbir faaliyetin olmamış” deniliyordu. Sadece eşimden bu konuda hep destek aldım, “Ne yaparsan bütün kararlarına saygılıyım, neden olmasın” şeklinde tek destek veren O’ydu bana.
”Anneme babama söylemedim. Onlar beni bir süre işe gidip geliyor diye zannediyordu. Ben yine takım elbisemi giyip, tıraşımı olup evden çıkıyordum.”
At sevgisi herkes gibi uzaktan bende de vardı. İlk defa 30'lu yaşlarda bir kez, bir yerde bir atın sırtına oturdum. Normal tur şeklinde bindirilen bir yerde. İlk temasım oydu. Eskiden Pazar sabahları western kuşağı vardı. Onları yıllarca hiç kaçırmadım, çok severek izlerdim. Sonra bir gece rüyamda ata bindiğimi ve dört nala koşturduğumu gördüm. Rüyamdan çok mutlu bir şekilde uyandım. “Acaba böyle bir his mi” diye aklıma takıldı. Sonra şirket toplantıları için Ankara’ya gittiğim zaman, bir fırsatını buldum ve bir at çiftliğine gittim. Çok bilmesem de düz bir yerde bir koşturma imkanım oldu. Baktım ki o rüyamda gördüğümle aynı his. Bu hani rüyalarını yaşamak gibi bir şey. O mutluluğu normal hayatta da hissetmek eşsiz bir şeydi benim için. Ondan sonra o his bende kaldı. Elazığ’da böyle bir imkan bulamadım. Ben her fırsatta Ankara’ya gidip , orda ata biniyordum. Bu şekilde başlamış oldu. Sonra ben kendime bir at almayı düşündüm. Etrafımla paylaşınca bu çok uçuk bir şey gibi geldi herkese. Özellikle de anneme babama. Ben işimde devam ederken at alma fikrini kafama koydum ve sonunda bir at aldım. Bu ata bakmak için eski, müstakil bir ev kiraladım. Evime yakın olan, bahçeli bir yer. Hafta sonlarını onunla geçirmeye başladım. Benim için çok güzel bir şeydi. Ben heyecandan, Cuma akşamı işten geldiğim zaman, Cumartesi sabahı nasıl olacak diye bekliyordum. Sabah üçü dördü zor ediyordum. Kalkıp atın yanına gidiyordum. Onun yanında zaman geçiriyordum. Bunların hepsini aldıktan sonra anneme, babama söyledim. Kesinlikle karşı çıkıyorlardı.
Şirketle beraber bu atın süreci son bir buçuk yıl birlikte gitti. İkisini de beraber götürüyordum. Dediğim sebepten dolayı büyükşehir olayı olunca, atı bırakma fikri sanki insanın çocuğunu bırakması gibi geldi. Çocuklarım da küçüktü, büyükşehirde yaşamak da istemiyordum. O yüzden işi bırakıp, kendi düşündüğüm işi yapmaya karar verdim. Ama bunu anneme babama söylemedim. Onlar beni bir süre işe gidip geliyor diye zannediyordu. Ben yine yakın oturduğumuz için takım elbisemi giyip, tıraşımı olup evden çıkıyordum. Ama araştırdım, kendime bir yer buldum. Daha önce finans sektöründe beraber çalıştığım arkadaşım da bana destek verdi. Maddi anlamda da destek verdi. Çok kısıtlı şartlarla bir kafe ve at çiftliği yapmaya karar verdik. Orada başladık ve el emeği ağırlıklı olmak üzere bu işe girdik. Ben 40 yaşına kadar elime tornavida almış biri değildim. Ama o süreçte insan her gün birşeyler öğreniyor, bir şeyler yapmak zorunda kalıyor.
”Bir gün bile ‘keşke eski işime devam etseydim’ demedim.”
Aslında hayat benim için o andan sonra başladı, diyebilirim. Her gün yeni bir şeyler öğrendim. Her gün üstüne bir şeyler kattım. Daha önce hiç ticaretle ilgilenmemiştim. Yanlış işler de yaptım, ticarete 40’ından sonra başlamış oldum. Üniversite yıllarında bana annem memuriyetle ilgili bir şey söylemişti. O dönem memuriyet için KPSS’ler falan yoktu. “Şöyle gidersen şurda memur olarak başlayabilirsin”, gibi bir söz. O kadar zoruma gitmişti ki o dönem. Hani hiçbir şey olamıyorum da, memur mu olacağım diye.
Bizim o dönemimizle şimdiki dönem aynı değil. Şu an gerçekten gençlerde iş kaygısı var. Üniversiteyi okuduktan sonra da bu kaygı bitmiyor. Hani kolay değil. Belki benim için o yüzden biraz daha rahat olmuş olabilir bu süreç. Şu anki şartlar biraz daha zor.
Baktığınız zaman benim bu ticarete atılmayla şuanki zaman arası 7-8 yıllık bir süreç. 40’ından sonra başladım. Ama bir gün bile ‘keşke eski işime devam etseydim’ demedim. Bunu çok net söylüyorum. Eğer bir keşkem varsa da o da şu ‘ Keşke daha önce işten ayrılıp, bu şekilde yaşasaydım’. Çünkü olayın gerçekten manevi tarafları çok farklı. Daha özgür hissediyorsunuz kendinizi. İlk günden beri böyle hissediyorum. Gerçekten o iş döngüsü insanı içine çekiyor. Ondan çıkmak gerçekten kolay değil, o döngü içerisinden. Herkes için söylüyorum. Ögrencilikten sonra başlayan iş hayatının çoğunda böyle.
”Rızkı veren Allah’tır.”
Ben şu anlamda gerçekten çok şanslıyım. At benim için gerçekten özel bir şey. Yani ben ata binip gezmeye başladığım zaman “çocuklarım mı var, borcum mu var, bir işim mi var, bir sorunum mu var”, hiç bir şey aklıma gelmiyor. Bunun için özel bir çaba sarfetmiyorum. Dört saat boyunca geziyorsam, dört saat boyunca normal dünyayla ilişkim kesilmiş gibi oluyor. Bu benim için Tanrı'nın bir lütfu gibi. Keşke her insanın böyle sevdiği bir şey olsa. Dayım mesela balık tutarken kendinden geçiyordu. Herkeste olmuyor ama, bilmiyorum. Benim için büyük bir şans.
Bir de şunu söyleyeceğim, geçim kaygısı ve iş kaygısı, çalışırken özellikle, ne kadar başarılı olsanız da bir şekilde size veriliyor. Onu derinde bir yerde hissediyorsunuz. Hani ‘Rızkı veren Allah’tır’ deriz ya hep. Ben yıllarca bunu söylüyorum ama hep dilimdeymiş, gerçekten gönülden söylemiyormuşum. Bu pandemi sürecinde zor bir dönem yaşadık, maddi olarak da. Çiftlik kapalıydı, iki yıla yakın. Herhangi bir gelir yok. Ama bir şekilde giderler var. Bir gün eve yemek, bir şeyler getirmek durumundayım ama gerçekten hiç param yok. Tek başımayım. Çiftlikte oturuyorum. Para kazanma gibi bir olayım yok zaten, çünkü kapalıyız. Bir abi geldi, yanına bir ağ almış. Benim çiftliğimin alt tarafında küçük bir dere akıyor. Baraj taşmış, biraz daha coşkulu bir şekilde akıyor. Benim balık tutma gibi bir olayım yok, hiç olmadı daha öncesinde de sonrasında da. Bu ağı getiren abimiz de konuya çok hakim değil. “Ya bir deneyelim mi, şu ağı atalım mı” dedi. İki ucundan kaldırdık, bıraktık. Hiç unutmuyorum. 7 tane bir buçuk-iki kilo balık, bir seferde. Aldık. Bunları paylaşalım dedim. “Yok, yarın yine gelicem, yarınkiler de benim olsun” dedi. Ben eve yiyecek ne götüreceğimi düşünürken bir anda bu şekilde balıklar önüme gelmiş oldu. Eve getirdim. Sonrasında o abi, oraya dört beş sefer geldi. İşten anlayanlarla geldiler. Bir tane bile balık çıkmadı, ordan. O gün anladım ki gerçekten rızkı veren Allah. O yüzden hiç şüphe etmeyin. O güne kadar hep dilde söylemişim ben bunu. O günden sonra ben de gerçekten hiç şüphe etmedim.
”Yaşamaya 40’ından sonra başladım diyebilirim.”
Ben 7-8 yıl öncesine göre kendimi daha genç, daha güçlü hissediyorum. O zaman yürüyemediğim yeri belki şimdi koşarak çıkabilirim. İyi hissediyorum. Hayallerimin içinde ne vardı mesela. Küçük kızım ata binmeyi öğrenmek istedi. Onunla ata binip, dağlarda, geniş alanlarda gezdiğim zaman, o duyguyu anlatamam. O her şeye değerdi benim için. Hala da değer. Daha uç bir hayal düşünemiyorum benim için. İlk binicilik öğrencim geldi. İlk defa birine kurs vericem. Tabi ben de onun üzerine düşüyorum. İlk defa yapıyorum bu işi. O öğrencim bu sene Türkiye şampiyonu oldu, geçtiğimiz senede sanırım ikinci olarak bitirdi. Atlı okçulukta. O benim için bir gurur kaynağı. Ata binmeyi benden öğrendi ve atlı okçulukta Avrupa ikinciliği var, Türkiye şampiyonluğu var. Hatta geçen yıl kızımla beraber, bu yaştan sonra atlı okçuluğa başladım. Şimdi O bize hoca oldu. Olayın o kısmını bize öğretiyor. Dediğim gibi her gün yeni bir şey öğreniyorum. 46 yaşından sonra atlı okçuluğa kızımla beraber başladım. Onunla müsabakalara gittik. Bildiğimiz binişin dışında daha farklı orada. Yine bir heyecan veriyor. Kızımla beraber birşeyler yapmak çok güzel.
Önceki hayatımda her günüm, diğer günümle aynıydı. Başarılıydım. Ama işte teknik analiz, temel analiz vs. borsayla ilgili. Ama bir yerde bitiyor ve aynısını tekrar ediyorsunuz. Burda ise emin olun her gün birşeyler öğreniyorum. Yaşamaya 40’ından sonra başladım diyebilirim.
Kesinlikle korkmaya gerek yok, en saçma gelen fikri bile deneyin ve yapın. Aklınızda keşkeler kalmasın. İyi düşünün. İyi düşündüğünüz zaman iyi insanlarla karşılaşıyorsunuz. Neye ihtiyacınız varsa, bakıyorsunuz bir süre sonra karşınızda. Yeter ki gerçekten isteyin ve korkmayın. Kimsenin fikrini de çok ciddiye almayın. İçiniz gerçekten kaynıyorsa o doğrudur.
Comments