top of page

YUDUM İŞBECER

Güncelleme tarihi: 5 Haz


”Sadece şunu biliyordum, ben burada mutluyum.”


1975’te Kars’ta doğdum. Kars’ta doğmak benim için müthiş bir şanstı. Çünkü Kars’ın atmosferi, o baltık mimarisi, karın yağışı çocukluğumu etkileyen şeylerdi. Çocukluğuma dönüp baktığım zaman bir kaç tane bu yaşıma kadar getirdiğim anılar var. Birincisi bizim bahçemizde ben arkeolojik kazılar yapardım, çocuk aklımla. O zaman küçük bir tane kılıç bulmuştum. Çok mutlu olmuştum ve o zaman arkeolog olacağım demiştim, o anı çok iyi hatırlıyorum. İkinci hatırladığım şey de bizim ilkokulda her cuma günü okul panosuna haftanın resmi asılırdı. Bir arkadaşım vardı. İkimiz sürekli rekabet halindeydik. Acaba o Cuma günü ikimizden hangisinin resmi asılacak panoya diye. O heyecan hep diri tutmuştu beni. Çocukluğumun büyük bir kısmı Kars'ta resim yaparak geçti. Etrafı izleyerek geçti. İşte yine arkeolojik kazılar yaparak kendi çapımda geçti. Ve tabii ki kitap okuyarak geçti. Çünkü bir de küçük şehirde olduğunuz zaman ve seçenek de az olduğu zaman çok fazla bizi oyalayan, hayal gücümüzü öldüren şey yoktu çocuklukta. Kendi oyunlarımızı kendimiz kurmak zorundaydık. O yüzden de kilden oyuncaklar yapıp, telsizler yapardık, ajancılık oynardık. Yani hep bir hayal alemi içinde geçti çocukluğum.


Sonra lisede İstanbul'a geldik ve benim ikinci büyük şansım. Yani birinci büyük şansım

çocukluğumda Kars İl Halk Kütüphanesini keşfetmem oldu. Çünkü o bana kitapların dünyasını açmıştı. İkinci olarak da lisede, Beşiktaş Atatürk Anadolu Lisesi'nde ben Teknik Resim ve Grafik dersini seçtim. Herhalde resim yapma sevgimden ötürü bunu seçmişimdir diye düşünüyorum. Benim için ikinci büyüleyici an atölyeye girişim oldu. Grafik dersinde ilk defa resim atölyesine girdim, orada o baskı makinesini gördüğüm zaman büyülenmiştim. Boyalar, mürekkep, resim, baskı. Bunların beni nereye götüreceğini de bilmiyordum. Ama sadece şunu biliyordum, ben burada mutluyum. Keza Teknik Resim dersi çok ciddi disiplin sağladı. Hokkayla, divitle, çini mürekkebiyle biz o çizimleri yapardık. Tek bir damla bile damlamaması gerekiyordu. O da bana çizimde perspektifi kazandırdı.


“Sen memur çocuğusun, garantili bir işe ihtiyacın var, bu bölümleri okursan para kazanamazsın.”


Ben yanlış yönlendirilmiş bir gençtim o dönemde. Çünkü ilk tutkum Mimar Sinan Üniversitesi Resim bölümüne girmekti. İkinci tutkum Sinema TV okumaktı. Üçüncü olarak da Arkeoloji ve Sanat Tarihi okumaktı. İş tercih zamanına geldi. Biz sınava girdik. Daha sonra yetenek sınavına girdim. O zaman böyle bir cam fanusun içinde kura çekiliyor, herkes 3 nesne çekiyor ve şansına ne çıkarsa onu çiziyorsun. Benim şansıma da kerpeten, sarımsak ve mandal çıktı. Ben onları çok güzel çizdim. Yan yana çizdim. Bu iş oldu galiba diyerek sınavdan çıktım. Tabii sonuçlar açıklandı, kazanamamışım. Büyük bir hayal kırıklığı oldu. Meğer onları bir kompozisyonun içinde çizmem gerekiyormuş. Bana bunu kimse söylemedi. O zaman B planına geçtim kendi kafamda, Sinema TV. Rehber öğretmenimiz beni odasına çağırdı. “Tercihim Sinema ve TV olacak, bir de Sanat tarihi ve Arkeoloji yazacağım” dedim. “Sen memur çocuğusun, garantili bir işe ihtiyacın var, bu bölümleri okursan para kazanamazsın” dedi. Ben “para kazanmak istemiyorum ki zaten” dedim. “Bence bunu bir düşün” dedi. Sonra eve gittim. Meğer bizimkileri de aramış. Bizimkilerle konuştuk ve sonunda beni öğretmenlik tercih etmeye ikna ettiler. O dönemin mali şartlarını düşündüğümüz zaman benim bir sene evde oturmam zaman kaybıydı. Ben nasıl olsa bir şekilde o tutkularımı gerçekleştirebilirim zaman içinde, diye düşündüm. Ben de puanıma göre Marmara Üniversitesi İngiliz Dili ve Eğitimi bölümünü seçtim ve sonra bir anda kendimi orda buldum. 25 yıl İngilizce öğretmenliği yaptım. Şimdiki aklım olsa ben bir sene daha sınavlara hazırlanıp yine şansımı zorlardım.


Hayat size o tutkunuzu beslediğiniz sürece yolu açıyor.


Hayat size o tutkunuzu beslediğiniz sürece yolu açıyor. Ben çizim yapmaktan hiç vazgeçmedim. Şimdi baktığım zaman kendim için “alaylıyım” demek çok hoşuma gidiyor. Çünkü ben çizerek çizmeyi öğrendim. Bakarak, gözlemleyerek, deneyerek çizmeyi öğrendim. Çizim yapmak benim için kendimi ifade etme araçlarından bir tanesi oldu. Hayatı çizerek deneyimledim. O yüzden de eğer kendinizi ifade etme aracı olarak bir şey bulmuşsanız onu yapmaya devam ettiğiniz zaman, hayat size siz farkında olmadan kapıları açıyor. Ben 10 yıl öncesine kadar artık mesleğimin ekslibris ve mühür sanatıyla ilişkili olacağını bilmiyordum. Ben sadece, gerçekten sadece çiziyordum. Sonra bir gün bir şey oldu ve ondan sonra ben çocukluk tutkumun mesleğim halini gelişine şahit oldum.



Bazen bir yeri terk etmeyen yeni bir yola çıkamaz.


Uzun yıllar çizim yaptıktan sonra, “Benim bu desenleri, resimleri görünür kılmam gerekiyor” dedim. Bir sürü sanat galerisine gittim, çizimleri gösterdim ve çok kibar şekillerde reddedildim. “Çok küçük çalışıyorsunuz, bunlar satılmaz, daha büyük çalışmalısınız, yağlı boya, akrilik, tuvale çalışmalısınız” dediler. Ama ben bunu istemiyordum ki. Sonra o dönemin birkaç tane edebiyat dergisine götürdüm. “Bu çizimleri kullanabilir miyiz, ben altlarına metin de yazabilirim” diye. “Bunlar çok güzel, dergide yazık olur, sergi açmalısınız” dediler. Ben ortada kaldım. Ne yapacağımı bilemedim. Ama yeni bir yol da arıyorum kendime. Çünkü bazen bir yeri terk etmeyen yeni bir yola çıkamaz. Benim artık o desenlerle vedalaşmam gerekiyordu ki, kendime yeni bir yol açayım. Bir yaz tatilinde resim öğretmeni arkadaşım beni ziyarete geldi. Sohbet ederken “Yudum, çeyizini çıkar” dedi. Ben salonun ortasına bütün çizimlerimi, desenlerimi yaydım. Tasnif etti. Gruplandırdı. “Bunlarla sergi aç” dedi. “Kimse kabul etmiyor” deyince “Kendin aç, bunlardan bir kurtul ki artık kendini yeni bir tarzda ifade etme alanın olsun” dedi.


Ben de kendi çabalarımla 2014 yılında ”Gayet Kişisel Resim Sergisi” başlığı altında resim sergimi açtım. 10 gün açık kaldı sergi. Bu arada mesleki açıdan da öğretmenliğim devam ediyordu. Serginin son günü, şöyle galeriye baktım, resimlerime baktım. O kadar ait hissettim ki oraya. “Benim artık resim yoluyla çizerek para kazanmam gerekiyor” diye, içimden öyle bir şey geçti. Artık bunu daha ön plana çıkarmalıydım. Sonra sergiyi topladım, ertesi gün bana bir mail geldi. Çocukluk arkadaşım çizimlerimi görmüştü, biliyordu zaten. “Yudum bana ekslibris tasarlar mısın” diyen o maili okudum. Ve dedim ki “ekslibris ne ola ki?” Hemen internette baktım ve bulabildiğim her şeyi okudum. Orda Hasip Pektaş’ın “Ekslibris” kitabı yol gösterici oldu benim için. Yani ben zaten ekslibris tasarlıyormuşum. Sadece yaptığım şeyin adını bilmiyormuşum. Bir şey yapıyorsunuz, çok keyif alıyorsunuz, kendinizi ifade ediyorsunuz, ama onun bir adı olduğunu bilmiyorsunuz. Benim için müthiş bir aydınlanmaydı.


Tasarladıklarımı baskı resim teknikleriyle çoğaltmam gerekiyor, o çoğalttıklarımın kitapların iç kapağına yapıştırılması gerekiyor. Burada aslında önemli olan bir şey var. Ben yine kendimce ekslibris tasarlamaya devam edebilirdim. Yani sanatı bir üretim aracı haline dönüştürmeli miyim, ekslibrisi bir meslek ya da mühür sanatını bir mesleğe dönüştürmeli miyim sorusunu çok sordum kendime. Dedim ki yapmalıyım. Aslında hali hazırda bir mesleğim vardı. Ama bir süre sonra benim gibi insanlar için tek bir meslek yetmiyor. Çünkü öğretmenlikte siz evet belki manevi tatmini yoğun bir meslek. Ama kendi yaratıcılığınızı da çok fazla ortaya koyamıyorsunuz. Çünkü yetiştirmeniz gereken bir müfredat, öğretmeniz gereken bir dil var. O yüzden de kendim için bir karar vermem gerekiyordu. “Evet, ben bunu bir mesleğe ikinci bir mesleğe dönüştürebilirim” dedim.



Her bir ekslibris tasarımı benim için yeni bir başarı demek.


Bir taraftan öğretmenlik yaparken çocuklarla çok fazla atölye çalışması yapma şansım oldu. İngilizce öğretmenliği dışında bir taraftan çocukların kendi yaratıcılıklarını kendilerini ifade etme yollarından bir tanesini de ben göstermiş oldum. Özellikle “ekslibris kitap mührü tasarımı” çocuklarda kendi kütüphanelerini oluşturma motivasyonu sağladı. Kitapların bu kadar kıymetli olduğunu, o kitapları korumamız gerektiğini, bir kütüphane oluşturmanın aslında ne kadar keyifli bir şey olduğunu öğrenmeleri hep o tasarım sürecinde oluştu. Bir taraftan da çocukların kendilerini ifade etmelerine sanat yoluyla olanak sağlamak çok keyifliydi.


Ekslibris tasarımlarını ilk önce mühür olarak sevdiğim arkadaşlarıma yaptım. Aslında hobi gibiydi benim için ilk başta, yaptıklarımı hediye ettim. Sonra bir arkadaşım “Yudum, sosyal medyada bir sayfa açsan bu yaptıklarını koysan, insanlar görsün” dedi. Sadece sevdiğin insanlara yapıyorsun, ama yaptıkların bir görünür olsun” dedi. Sosyal medyada bir sayfa açtım. Adımı da “ekslibris by yudumis” koydum. Kendi arkadaşlarım, yakın çevrem dışında ilk defa dışarıdan birisi bana ekslibris siparişi verdiği zaman “ tamam bu iş oldu” dedim. Beni en heyecanlandıran o ilk siparişimdi.


Her bir ekslibris tasarımı benim için yeni bir başarı demek. Ekslibris ile ilgili bana iki şekilde sipariş geliyor. Biri kitap sever kişi kendisi için sipariş veriyor; ikincisi de sevdiği birisi için. Bir doğum günü, evlilik yıldönümü, mezuniyet ya da çok farklı kutlamalar için ekslibris siparişi veriyorlar. Her iki durumda da benim sorduğum tek bir soru var. “Siz kimsiniz” ya da “sevdiğiniz kişiyi bana anlatır mısınız” diyorum. Sevdiğimiz insanları da aslında ne kadar tanıdığımızı görüyoruz. Bana bu bilgiler geldikten sonra bu sefer bende başlıyor o tasarım süreci, o hayal gücü, o kompozisyon içine yerleştirme süreci. Taslakta hem fikir olunduğu zaman, benim başarı hikayem başlıyor. Çünkü karşı tarafı ifade eden şekli, ben artık çizgilerle görünür hale getirmiş oluyorum. Yani ilk başarı hissi o. Çünkü o insanın hikayesini ben görselleştiriyorum. Burada kendi hikayelerimizin izdüşümünü arıyoruz. Damganın kökenini araştırdım. Damga kelimesi eski Türklerde “tamga” diye geçiyor. Ve açıklaması şu; bir iz bırakmaya yarayan nesne. Bu açıdan baktığımız zaman o yaptığım mühür damga bir iz bırakmaya yarıyor. Ben de insanların iz bırakmasına eşlik ediyorum çizgilerimle.


Keyifli hissediyorum, iyi hissediyorum, var hissediyorum.


Meslek olarak öğretmenliğin bana kazandırdığı şeylerden birisi, kendimi işe yarar hissetmem. Ben bir dil öğretiyorum, ama bir dil öğretmenin dışında çocuklarla iletişim kuruyorum, onlara farklı alanlar açmaya, farklı bakış açıları kazandırmaya çalışıyorum. Onların hayatında bir iz, elimden geldiğince olumlu bir iz bırakmaya çalıştım. Ama ekslibris ve mühür sanatına baktığım zaman da burada da işe yarar hissediyorum. Çünkü insanların hikayelerini aktarıyorum. İnsanların sevdiklerine sevgilerini gösterme araçlarından birisine ben de vesile oluyorum. Aslında ben sevgiyi ifade etme yolunda bir elçiyim diye düşünüyorum. Kişisel olarak da ben de bir iz bıraktığımı düşünüyorum. Yaptığımız sanatla iz bırakıyoruz, o yüzden her çizimde onu hissediyorum. Belki yüz yıl iki yüz yıl sonra fiziki olarak o aldığımız, dokunduğumuz, yapraklarını çevirdiğimiz, kokusunu aldığımız kitaplar belki kalmayacak. Ama belki o zaman da bir çocuk benim arkeolojik kazıda bir kılıç bulmam gibi, birileri de bir kazılarda bu kitapları bulacaklar. O kitap bulunacak, açılacak ve orada benim tasarladığım bir ekslibris olacak. Bu da geleceğe iz bırakmak. Bu ne fayda sağlıyor bana? Keyifli hissediyorum, iyi hissediyorum, var hissediyorum, işe yarar bir şey yaptığımı hissediyorum. Bence en önemli şey de bu zaten hayatta. Hem kendimiz için hem de etrafımızdaki insanlar için işe yarar bir şey yapmak.

30 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

BİCAN AYDIN

Comments


bottom of page