“İlkokuldayken avukat olmaya karar verdim ve o kararımı bir daha hiç sorgulamadım.“
Ben İzmir'de doğdum. Kültürel olarak ülkenin farklı yerlerinden bir araya gelmiş annem ve babam. İkisi İstanbul'da tanışmışlar, evlenip İzmir'e yerleşmişler. Bir ara İstanbul'a taşındık. Orta okul ve liseyi önce Saint Joseph’te, sonra Tevfik Fikret’te İzmir’de bitirdim. Üniversite kısmına gelince ilkokuldayken avukat olmaya karar verdim ve o kararımı bir daha hiç sorgulamadım. Yani “Yıldız avukat olacak”. Bu kadar basit ve sadeydi. Bu durum avukatlığı ne kadar istediğimi, ama aynı zamanda ne kadar katı olduğumu, esnek olmadığımı gösteriyor. Katı olmak azimli olmakla gayretli olmakla, kararlı olmakla çok karışıyor. Ben haksızlığa hiç gelemezdim. Zaten avukat olmamın sebebi dünyaya adaleti getirmek, bütün haksızlıklara son vermekti. Öyle bir idealim vardı. O sebeple avukat oldum. Herkes bana “tam senlik“ dedi. Herkes onayladıkça ben daha çok katılaştım.
1984’te üniversiteye girdim. O zaman Türkiye’de kariyer konuşmaları, mentörlük, gençleri bu konuda yönlendirme gibi şeyler yoktu. Hiç kimse beni bu konuda sorgulamadı, kimse yol göstermedi. Hukuk’u dört yılda bitirdim ve birinci tercihimdi. “Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazanmak istiyorum ve kazanana kadar sınava gireceğim” diyordum. 4 yıl boyunca Hukuk Fakültesi’ne giderken bir kere bile adliyeye gitmedim, hiç bir avukata “senin hayatın nasıl, neler yapıyorsunuz, nelerden memnunsunuz, bu meslekte neler oluyor bitiyor” diye sormadım. Neden? Çünkü ben dizi seyrederek avukat olmaya karar verdim ilkokulda. O dizide yaşanan hayatın, avukatların hayatı olduğu varsaydım. Bu durum insanların zihinsel kısayollarına ilişkin bir şey. Sonuç olarak kendimiz bir bilgiye inanıyorsak destekleyecek bilgileri topluyoruz. Ona karşı gelecek bilgileri reddediyoruz. Neye çok maruz kalırsak onun en iyisi olduğunu varsayıyoruz. Bu insan olmamızla ve zihnimizin çalışma yöntemiyle ilgili.
“Psikolojiye aşık oldum. Sabahtan akşama kadar psikoloji okumak istiyordum.“
“Avukatlık bana hiç uygun değildi“ diye bir şey yoktu. Zaten öyle bir şey olsaydı o kadar uzun zaman yapamazdım. Herhangi bir meslek dalına girdiğinizde orada belli hayal kırıklıklarınız olabilir. Ben adliyeye girdiğimde farkettim ki; ben adaletin gerçekleşmesine katkıda bulunmak istiyorum, ama tartışmalı ortamlar beni çok yoruyor. Hiç o ortamlara ait bir insan değilim. Benim içimden gelen şey herkesi öpüştürüp barıştırmak. Mesela benim en yakın arkadaşlarım genellikle aynı projede karşı tarafı temsil eden avukatlardır. Çünkü ben onlarla bir yerde buluşmaya çalışırım. Yani adliye avukatlığı benim kişiliğimle örtüşmüyordu. Ama avukatlığın okuma, araştırma ve analitik yönü benim yeteneklerimle, becerilerimle, kişiliğimle de uyuyordu. Hiç bir meslek zaten tek yönlü değildir. Mesleğin içine girdikten sonra bir sürü yol ayrımı var. Tek bir yerde takılıp kalmanız gerekmiyor. Kendime baktım. Seçeneklere baktım. Avukat olarak adliye avukatlığından, dava avukatlığından başka ne yapabilirim? Benim için kurallara uymak, hukuka uymak çok önemli. Ben hukukun boşluklarını aramak yerine, tam anlamıyla hukuka uygun işler yapmak istiyorum. Dedim ki “Eğer ben şirket avukatı olursam ve düzgün bir şirketin avukatı olursam, bunlar hukuka uymaya çok özen gösterirler“. Bir şirket, hukuka uygun olmayan bir şey yapılmasın, bizi uyarsın diye avukat tutuyor. Tam benim istediğim şey. O zaman ben şirket avukatı olacağım dedim. Şirket avukatı olduktan sonra, özellikle sözleşme avukatlığından çok daha keyif aldım. Çünkü orada neredeyse bir puzzle oluşturuyorsunuz. Ben gayrı menkul avukatı yaptığım için yaptığım sözleşmeler kimi zaman yüz yıllıktı. Yani yüz yıl sonrasını öngörüyorsunuz. Onun zihinsel olarak da doyurucu bir tarafı da var. Üstelik karşı tarafla kavga ederseniz sözleşme imzalayamazsınız. Sözleşme imzalamak için siz bir adım atacaksınız, karşı taraf bir adım atacak. Günün sonunda ihtilaf avukatlığından sözleşme avukatlığına geçmek benim için bir kırılma noktasıydı.
Psikoloji ile ilgili kırılma noktam da kızımın doğumudur. Kızım doğduğu zaman çocuk gelişimi ile ilgili okumaya niyetlendim. O kadar az sayıda ebeveynlikle ilgili kitap vardı ki. Bir elin parmağını geçmeyecek sayıdaydı. Psikoloji ile ilgili okumaya başladığımda psikolojiye aşık oldum. Sabahtan akşama kadar psikoloji okumak istiyordum. Çünkü insan çok büyülü ve çok yönlü bir varlık. Oku oku bitecek gibi değil. Aslında daha geride de bunun ipuçları vardı. Ergenlikte de bir ergen olarak çok zorluklar yaşadım. Evin içindeki ve dışarıdaki çok kültürlülük ile ilgili. Bir de ben erkek lisesinde okudum. Sınıfta tek kızdım. İnsan olarak zorlandığımda psikoloji alanının ne kadar değerli olduğunu sezgisel olarak hissetmiştim, ama terapiye de gitmemiştim. O zaman öyle şeyler de çok fazla yoktu. Ama aklıma ilk o zaman düşmüştü.
“İçimizdeki Çocuk” u okumak benim bütün hayatımı değiştirdi. İnsanın kendi getirdikleri, yetiştiği çevrenin etkisi, sosyal çevrenin etkisi, 'ben nasıl ben oldum' konusunda çok büyük farkındalık kazandım. Bunun deniz derya bir konu olduğunu gördüm. O sırada hayat devam ediyordu. Hayat da kariyerden ibaret değil. Kızım 4 yaşındayken ilk eşimle ayrılmıştık. Boşanmış bir kadındım ve küçük bir çocuğum vardı. Bu gibi durumlarda hayatın her alanına savaş açamazsınız. Yalnız bir kadın olarak öyle bir değişime gitmek zor. O evin, o çocuğun sorumluluğunu üstlenmeniz gerekiyor. Dolayısıyla bu benim gönlümde bir aslan olarak kaldı, ama hayata geçemedi.
“Takdir edilme onay alma ihtiyacıyla yapılmış bir seçimdi.“
Birinci meslek seçimimde çevremin etkisi çok fazlaydı, ama görünmüyordu. Ben bu etkinin hiç farkında değildim. Çünkü başarılı olmak, takdir görmek ve güçlü olmak istiyordum. Çevrem bana 'ben avukat olacağım' dediğimde başarılı olacağım, takdir göreceğim ve güçlü olacağım duygusunu verdi. Özellikle annem çok destekledi. Dolayısıyla farkında olmadan kendimi tanımadan, çevremin takdirini kazanmak için de o seçime yöneldim. Birinci seçimimde, odağım daha çok dış odaklıydı ve takdir edilme onay alma ihtiyacıyla yapılmış bir seçimdi. Tabi bunları tüm bu seçimlerin üzerinden 35 yıl geçtikten sonra söylüyorum. O zamanlar hiç farkında değildim. İkinci seçimimde ise biz eşimle evin içinde sabahtan akşama kadar psikoloji sohbeti yapıyorduk. O da bana “git psikoloji oku” demedi. O aslında benim avukat olmamdan çok keyif alıyordu. Farklı bir bakış açısı getirmem, sohbetimizi zenginleştiriyordu. Onun beni özel olarak psikolojiye yönlendirmesi gibi bir durum olmadı. Ama benim ondan feyz almam ve onun ilk kitabını okuduğumdan beri çok seviyor olmam, orda derinleşmek istemem, kendimi daha iyi tanıdığım ve iç odaklı karar verdiğim bir meslek seçimi oldu.
“Ben üniversite sınavına 50 yaşında girdim.“
Ben üniversite sınavına 50 yaşında girdim. İlk üniversite sınavına 1984'te, ikincisine 2015’te girdim. Arada çok uzun yıllar var. Bir sürü bilgiden uzaklaşmıştım. İlk zorluk o sınavı kazanma zorluğu oldu. Orda da Bilgi Üniversitesi’nde okumayı kafama koymuştum. Sosyoloji’ye yarım burslu olarak girdim. Birinci dönem sonunda Psikoloji’ye geçiş yaptım. Çünkü doğrudan Psikoloji’yi kazanamıyordum. Sınav öncesinde çok ders çalıştım, çok test çözdüm. Her ne kadar eşim beni yönlendirmediyse de ben bu kararı aldıktan sonra hem eşim hem kızım beni manevi anlamda çok desteklediler. Bu noktada kızkardeşimle yaptığımız bir telefon konuşmasından bahsetmemek olmaz. Kızkardeşim “Yıllardır psikoloji okumak istiyorsun, gir artık“ dedi. “Ama yaşım 50, sınav var“ diyecek oldum. “50 ise çalışıp yaparsın“ deyip kestirip attı. Onun o tavrı bana iyi gelmişti. Zaten o telefon konuşmamızdan sonraki günlerde karar verdim ve üniversite sınavına çalışmaya böyle başladım. Sınavı kazandıktan ve okula başladıktan sonra bir ego sınavı gibiydi bu. Düşünün, ben yıllarca avukatlık yapmışım ve mesleğimde bir yere gelmişim. Bana yaş olarak da statü olarak da bir yöneticiye nasıl davranılırsa öyle davranılıyordu. Hani bir asker belirli bir yere gelir, apoletlerini takar, ama sonra onlar sökülür, er seviyesine iner. Sanki öğrenci olunca, statü anlamında er seviyesine inmiş gibi hissettim. Öğrenci olmak ne demek; 'ben bir şey bilmiyorum ve öğrenmek istiyorum' demek. Bir taraftan öğrenmeye aşık olduğum için öğrenme kısmı inanılmaz zevkliydi. Diğer yandan sınıfın içinde öğrenci olmak ve ona uyum sağlamak beni biraz zorladı. Ona da belirli bir süre sonra alıştım. Sınıftan çok yakın arkadaşlarım oldu.
“Başarılı hissetmekten çok, iyi bir şey yaptığımı hissetmek benim için önemliydi.“
Benim için ilk mesleğimde başarı çok önemliydi. En büyük hayalim başarılı bir avukat olmaktı. Şimdi en büyük hayalim başarılı bir psikolog olmak değil. Tabi ki güzel şeyler yaparsam ve en sonunda başarılı olursam o ayrı bir şey. Şimdi en büyük hayalim; çok merak ettiğim bir şeyi öğrenmek. Hatta ben bunu profesyonel olarak, meslek olarak yapar mıyım diye emin değildim. İlk amacım; çok merak ettiğim bir alanı derinlemesine öğrenmekti. Ne kadar itiraf etmesem de meslek olarak yapmaya niyetlenmişim ki üniversitede okudum. Yoksa o kitapları alıp evde de kendi kendime okuyabilirdim. Bir diploma almak istedim. Başarılı hissetmekten çok, iyi bir şey yaptığımı hissetmek benim için önemliydi. Diğer insanlar için iyi bir şey yaptığımdan dolayı iyi hissettiğimde, kendimi başarılı hissedecektim. Bu meslekteki başarı anlayışım da buydu. Ne zaman başarılı hissettim? Özyeğin Üniversitesi’nde yüksek lisansta bizim aynalı odalarımız vardı. Orada danışan görüyorduk, dışarıdaki psikologlar gibi. Danışanlarımdan biri, 15 yaşlarında bir delikanlı, yine 15 yaşlarında bir genç kızdı. Onlarla anne babaları arasında iletişim kurulmasına destek olduğum, onların duyulmadığını hissedip, benim tarafımdan duyulduklarını anladıkları, o çökkün omuzlarla karşımda otururken, omuzlarının dikleştiğini gözlerinin parladığını gördüğüm an; kendimi iyi hissettiğim andı.
Yıllarca hukuk yapmış bir insan olarak etik, mevzuat ve kurallara uygunluk benim için hayati önem taşırdı. Danışan görürken de bunlara dikkat ediyorum. Okulda aldığım eğitime de teşekkür borçluyum. Onlardan çok şey öğrendim. Danışanları görmeden önce doldurulması gereken formların doldurulmasına çok özen gösteririm. Benim formlarımda şöyle bir ifade var “Sizinle konuştuğum her şey aramızda kalır, bunun istisnalarından bir tanesi bana aktardığınız bilgiler içinde herhangi bir şekilde bakıma muhtaç durumdaki çocuk, yaşlı, engelli gibi kişilerin ihmal, istismar ya da şiddete uğradığına dair bir bilgi alırsam, bununla ilgili kanuni otoriteleri haberdar ederim. Yani burda gizlilik durumu ortadan kalkar”. Danışanlarımdan bir tanesi bana çocuğuna şiddet uyguladığından söz etti. Bununla ilgili psikologlar olarak Aile Bakanlığı’na bilgi vermemiz gerekiyor. Danışanıma bunu anlattıktan sonra dedim ki “Üzgünüm, siz bana bunu güvenerek anlattınız, ama daha önce de belirtttiğim gibi ve formlarda da imzaladığınız gibi şiddet, ihmal ya da istismar durumunda ben bunu gerekli mercilere bildirmek zorundayım. Bu sizin içinde iyi bir şey olacak. Çünkü siz de çocuğunuz da zorlanıyorsunuz. Dışarıdan bir müdahale olması, sizin ilişkinize de iyi gelecek. İzninizle sizin yanınında Aile Bakanlığı’nı aramak istiyorum, yaptığım konuşmayı sizin de duymanızı istiyorum. Size yönlendirme olmasını istiyorum.“ Gerçekten de danışanım bunu kabul etti. Çünkü zor bir durumdaydı ve yardıma ihtiyacı vardı. Ben de onun yanında Aile Bakanlığı’nı aradım. Aile Bakanlığı konuya dahil oldu. Danışanın evine uzmanlarını gönderdiler. Sonuç olarak çocuğun koruma altına alınması gerekmedi. Çünkü çok ağır bir şiddet değildi. Ama danışanım gerekli uyarıyı aldı. Sonrasında bana bunun için çok teşekkür etti. Çünkü onların ilişkisine çok iyi geldi.
Hukukta insanları bir araya getirerek uzlaştırmak için en önemli özelliklerden birisi empati. Karşı taraftakinin ihtiyaçlarını duymanız gerekir ki, onu kendinize doğru yaklaştırın. Aynı şekilde kendinizi de karşı tarafa düzgün bir şekilde anlatmanız gerekir. Empati ve karşı tarafı duyabilme becerisi bu meslekte de işe yarıyor. Öte yandan avukatlıkta problem çözme çok önemli bir özellik. Problem çözme becerisi de bir terapist olarak işe yarıyor. Analitik düşünce de çok önemli bir özellik. Hayat çok komplike, insan denen varlık çok karmaşık . Hem bir yandan hayatın algoritmalarını çözmeye çalışıyoruz bu odada. Dolayısıyla aslında bir problem çözmeye çalışılıyor orda.
“30 yaşındakiler 'benden geçti ki' deyince gülesim geliyor. Bence insandan hiç bir zaman geçmiyor.“
Cesaret konusu kolay bir konu değil. Mesleğimi değiştirmememin cesaretle bir alakası yok. Sorumlulukla alakası var. Orda iki şeyi ayırmak lazım. Bir insanın hayatında ne gibi sorumluluklar ve ne gibi değerler var? Benim için mesela anne olduysam, çocuğum öncelikli bir değerdir. Onun hayatını, geleceğini hiç bir şekilde riske atamam. Bu herkes için öyle olması gerekmiyor. Benim değerim bu. Dolayısıyla kişi değerleriyle uyumluysa sorumluluğu gereği bir şey yapmıyorsa, bu onu cesaretsiz yapmaz. Ben cesaretsiz değildim. Eksik olan cesaret değildi. Sorumluluk buna engeldi. Ben kızım liseyi bitirmek üzereyken bu değişikliği yaptım. Ben ona hiç bir zarar vermeden bazı maceralara atılabilirdim. Ayrıca yanımda eşim de vardı, onun da desteği vardı. Dolayısıyla insanlar cesaret etmek ve değişim yapmak için içinde bulundukları sisteme, kendi değerlerine, sorumluluk duygularına baksınlar. Harekete geçtiklerinde tabi ki her zaman için risk vardır. Ama o risk ile ilgili de önceden risk değerlendirmesi yapmak lazım. O da varsayımları tespit ederek, küçük küçük deneyler yaparak yapılır. Ben mesela lisedeyken sadece adliyede 1 saat geçirseydim, büyük ihtimalle “burası benim düşündüğüm gibi bir yer değil” diyebilirdim. Mesela psikolog olarak da küçük denemeler yapabilir. Eşten, dosttan rica ederek bir kliniğe, psikolojik danışma bürosuna gidip, bekleme odasında biraz bekleyip ortama bakılabilir. Böyle risk değerlemeleri yapıp “ben kimim, yeni gideceğim yer ne kadar bana uygun” diye bakmakta fayda var. Bu uygun geldikten sonra kendi değerleri ve sorumlulukları çerçevesinde böyle bir değişim yapabiliyorsa ve destek de alıyorsa neden olmasın. Özellikle en çok altını çizmek istediğim nokta yaşla ilgili sıkıntı olur. 30 yaşındakiler “benden geçti ki” deyince gülesim geliyor. Bence insandan hiç bir zaman geçmiyor. Hedefinizin ne olduğu çok önemli. Belirli bir yaşı geçtikten sonra başarı değil sadece öğrenmek ve vermek hedefiniz olabilir. Yaşam döngüsünde her yaşın kendine özgü hedefi vardır.
“Özünüzle ilgili böyle bir şey keşfederseniz oraya ulaşmak için yaşınıza, başınıza, hiç bir şeye bakmayın.“
Meslek değiştirmeye niyet eden birisi için kendini tanımak çok önemli. Benim birinci kararım daha çok dış odaklıydı, başarı odaklı, diğerleri tarafından takdir edilme odaklı. İnsan kendini tanıdıktan sonra, kendi özünün farkına vardıktan sonra bir noktada artık kendi kimliğiyle, kendi değerleriyle daha uyumlu bir şey yapmak istiyor. Tabi ki insanın zaman içinde değerleri de değişebilir. Ben avukat olurken de insanlara yardım edebileceğim bir işte olmak istemiştim; psikolog olurken de. Yani birinin gözünün parlamasına bir şekilde katkıda bulunmak galiba benim hayattaki amacım. Dolayısıyla sizi ne mutlu ediyor, sizin hayattaki amacınız ne! Eğer ki o amacınızdan çok uzaksanız, bütün ömrü o amaçtan uzak ve kendinize yabancı geçirmek çok yazık bir şey. Ben hayatıma baktığımda bütün hayatım kendimi o amacıma yaklaştırma çabasıydı. Avukatken aslında güzel işler yapmama rağmen neden tatmin olmadım? Çünkü kimsenin gözünün parlamasına katkıda olduğumu gerçek anlamda hissedemedim. Çünkü alışveriş merkezi yaptığınızda, ki çok uzun yıllar o sektörde çalıştım, kendi kendime “ama insanlar oraya gidip mutlu oluyorlar, gezerken mutlular, o şekilde gözlerini parlatıyorsun” derdim. İnsanların gözleri farklı farklı yöntemlerle parlatılabilir. O parlattığım gözleri birebir görmek istedim, ona yaklaşma çabasıydı bu. Dolayısıyla siz de eğer içinizde bir şey hissediyorsanız, özünüzle ilgili böyle bir şey keşfederseniz oraya ulaşmak için yaşınıza, başınıza, hiç bir şeye bakmayın.
Comments