“Müzikle ilgili bir şey katiyen mümkün değildi. Ben ailemden gizli sınava girdim.”
1972 İstanbul doğumluyum. Kocaeli’nde yaşıyorum ama İstinye’de doğup büyüdüm, ailem de öyle. Halen ailenin tek kızıyım. Çocukluğum güzel geçti, güzel bir ailede büyüdüm.
İstinye Recaizade Ekrem İlkokulu’nda ilköğretime başladım. Bizim okulumuzda Körler Okulu da vardı. İki farklı binaydı ama aynı bahçeyi kullanıyorduk. Müzik öğretmenimiz görme engelliydi ve piyanosu vardı. İlk olarak TRT istanbul Çocuk Korosu seçmeleri yapılmıştı.
Orda ben onun gözüne batmıştım, beni seçmişti. Tabi ki yetmişli yıllarda müzik bu kadar revaçta değildi. Aileler de müzik okullarına ve konservatuarlara sıcak bakmıyordu. Daha sonra ortaokulda, Özdemir Sabancı Emirgan Ortaokulu’nda okudum. Orda da müzik öğretmenimizle, piyanoyla ders yapıyorduk. Çok şanslıyım. Orda da öğretmenim bana soprano şeklinde türküleri söyletiyordu. Herhalde orda da göze batmışım diye düşünüyorum. Tabi bu sadece benim ve öğretmenlerimin arasında kalıyordu.
Lisede, Boğaziçi Behçet Kemal Çağlar Lisesi’nde okudum ve tamamen spora yöneldim. Müzikle ilgili pek bir şeyim olmadı. Üniversiteye gelirsek, babacım beni Mef Dershanelerine verdi. Ona göre müzikle ilgili bir şey katiyen mümkün değildi. Ben ailemden gizli sınava girdim. İstanbul Teknik Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nı kazandım. Dersane hayatım devam ederken, abim beni ön kayıtla kaydettirdi. Kaçamak bir şekilde gittim oraya. Sonra olay patladı tabi. Büyük bir tepki oldu orda. Babacım kesinlikle istemiyordu.
“İstifamı verdiğimde müdür yardımcısıydım. Ekonomik olarak iyi bir gelirim vardı.”
Sonra Anadolu Üniversitesi Ekonomi mezunu oldum. Üniversite devam ederken ben yine korolarda müzikle ilgilenmeye devam ettim. Daha sonra İş Bankası’na girip, bankacılık yapmaya başladım. Bankada da başarılı oldum. Müdür yardımcılığına kadar geldim. Oraya da sınavla girdim. Hatta İş Bankası yıllardır kimseyi almamıştı. O zaman o sınava çok yoğun bir talep vardı. Yazılı, sözlü, mülakat vs. derken kazandım. Başarı güzel bir şey. O an siz onu başarmanın keyfini yaşıyorsunuz ama farkındalığınız yok. Evet, mutlu oldunuz sanıyorsunuz. Ama yaş ilerledikçe kendinizi tanıyorsunuz. Mesela istifamı verdiğimde müdür yardımcısıydım. Ekonomik olarak iyi bir gelirim vardı. Banka tarafından arabam, cep telefonum veriliyordu. Her şey muhteşemdi. Ama istifa ettim. Yıllar geçtikten sonra kendinizi o koşturmacada anlayamıyorsunuz. Evet, o işi yapıyorsunuz, başarılısınız. Ama sonra çok da mutlu olmadığınızı anlıyorsunuz.
“Ben ne yapıyorum bankada” dedim.
Benim hayatımı değiştiren en önemli şey İstanbul’dan Gölcük’e gelmem oldu. Eşim Ford fabrikasında mühendisti. Onunla buraya geldik. Burada İstanbul’un yoğunluğu olmayınca boş zamanlarım oldu. Çocuklar büyüdü. Burda Belediye Konservatuarı sınavları olduğunu duydum. “Neden olmasın” dedim. Girdim ve kazandım. Konservatuar hafta sonları sabahtan akşama kadardı. Bir süre işimle devam ettim konservatuara. Yıllar sonra asıl sevdiğim şeye sahip olunca, “Ben ne yapıyorum bankada” dedim. Bir anda silip attım, istifamı verdim. Çok radikal bir karardı. Gerçekten cesaret isteyen bir şey. Bölge Müdürü geldi, “Napıyorsun, 6-8 ay şube müdürlüğün gelebilir” dedi. İstifamı bir ay boyunca kabul etmedi. O anki kafamı ben de bilmiyorum. Bir anda oldu. Hayat devam ediyordu, evet güzel gidiyordu, ekonomik olarak da güzel gidiyordu. Özellikle Türkiye’de müzik de öyle çok paralı bir iş de değil. Ama gözüm döndü galiba. Kemanımı elime alınca çok fazla etkilendim. Daha sonra konservatuarı birincilikle bitirdim. Belediyenin korolarında, özel korolarda keman çalmaya başladım. Mutluydum, çok mutluydum. Belki ekonomik durumumuzun iyi olması da beni bu noktaya getirmiş olabilir. Bu rahatlık da vardı bende.
“Herşeyi göze alıp, hayallerime tutundum.“
Benim bankadan istifa etmeme bütün çevrem şok oldu, eleştirdi. Bu konuda çok büyük bir destek gördüğümü söyleyemem. Ama her şeyi göze almıştım. Benim için artık hayat sadece iyi para kazanıp, monoton bir şekilde işe gidip, eve gelme şeklinde değildi. Yaş da ilerliyordu. Çocukluğumda evde hiç kimse olmadığı zaman, birçok insan gibi, ben de bir tarak, bir fırçayla, sanki önümde bin tane insan varmış gibi onlara konser veriyordum. Herşeyi göze alıp, hayallerime tutundum. Eşimle evlendiğimizde “İstanbul Teknik Üniversitesi’ne devam et” dedi. O zamanlar 24 yaş sınırı vardı. Bu kararı aldıktan sonra hamile olduğumu öğrendim. 94’te evlendim. 95’te çocuğum oldu. Sanki hayat o noktada beni oraya yollamadı. Ama daha sonra böyle bir fırsat bulunca gözüm karardı, desem yeridir. Aslında o konservatuara gidememek benim kompleksim oldu. O kadar istediğim bir şeydi ki, hala bile niye ben orayı bitiremedim diye düşünüyorum. Tamam belki müzisyen oldum, beste yapıyorum, keman çalıyorum ama o benim içimde çok acılı bir uktedir.
Başarı derseniz konservatuarı birincilikle bitirip, yerel gazetelerde, hatta ailemi de tanımadıkları için “Çobanoğlu Ailesinin küçük kızı” diye gazete haberi olmuştum. Çok komikti, çok gülmüştük. Sonuçta evli, çocuklu bir kadındım. Güzel bir anı oldu. O gazete kupürünü saklıyorum hala.
“Yaptığım işler duygu yüklü. Benim işim duygu.”
Konserlerde kemancı olarak çıkmaya başlayınca, o orkestranın içinde tek kadın olunca rahmetli şefim “Çiçek gibi bir kemancımız var” derdi. Benim en mutlu anımdır. Orda gördüğünüz ilgi ve sevgi.. O korolar genelde erkek ağırlıklı olur enstrüman olarak. Orda bir kadın olarak selam verirken bile, içim pırpır ederdi. Konservatuar bittikten sonra Milli Eğitim’e başvurdum. Müzik öğretmenliği yapmaya başladım. Okulumdaki öğrencilerimi halk konserlerime çağırıyorum. Onlarla şarkı söylüyorum. Bu da müthiş bir gurur. Bambaşka bir şey. Öğrencilerimle çok ilgilendim. Bu konuda tevazu gösteremeyeceğim. Kemanlar aldırdım, okulda kalıp onlara keman dersleri verdim. Öğrencim geçenlerde bana bir mesaj attı. Ağlamaktan gözlerim aktı. Yengeç burcuyum ben. Tam bir sulak. O kadar güzel şeyler yazmış ki bana. Onun müzik öğretmeni olması, benim onun hamurunda izim olması, onun gibi birçok öğrencimin konservatuarlara gitmesi… Bunlar parayla satın alınabilecek şeyler değil, inanılmaz bir mutluluk. O insanların “Hocam sizin sayenizde, hocam iyi ki bana keman öğrettiniz” deyince, bu insanın hamuruna el atmak gibi, bir kurabiyeyi şekillendirmek gibi. Bununla gurur duyuyorum, onur duyuyorum. Öğrencilerimi de çok seviyorum Çalıştığım okullarda, “Böyle müzik öğretmeni görmedik” dediklerinde ben çok mutlu oluyorum. Yaptığım işler duygu yüklü. Benim işim duygu.
Ben bir besteciyim. Türk Sanat Müziği besteleri yapıyorum. Geçen sene profesyonel bir ortamda, Spotify’yı bilirsiniz, oraya herkes müzik yükleyemez. Oraya araştırılmış, söz ve müzik olarak da artık o yetkinliği verilmiş insanların şarkısı yayınlanıyor. Benim Spotify’da kendime ait bir bestem var. Daha birçok bestem var tabi ki. Bu da benim en büyük gururum. Hep şöyle düşünürdüm geçmişte. Kafamdaki müzikleri notaya dökebilsem, onları yazsam, birileri çalsa ve onlar bir iz olarak kalsa. Hani ilerde torunlarım “Bu babaannemizin şarkısıymış” deseler. Artık ekonomik yanını geçtim, tamamıyla manevi düşünüyorum. Bir bakıyorum, hayat ilerlerken hayallerim bir şekilde oluyor. Bu da benim en büyük mutluluğum.
“Siz buna para kazanmak gözüyle bakarsanız öyle girilecek bir iş değil. Bu aşk işi.”
Ben okulda öğretmen olarak çalışırken, burada kimsesiz çocuklar yuvası var. Beni Halk Eğitim Müdürü aradı. ‘Hocam, keman hocası arıyoruz, ders verir misiniz’ dedi. Biliyorsunuz, ücretli öğretmenlik yapınca saatleriniz var, saatleriniz dolunca ücret alamıyorsunuz. “Benim saatlerim dolu. Ama ben burda çalışmak istiyorum” dedim. Ve ben bir sene oraya gittim. O çocuklarla çok güzel zaman geçirdim. Ertesi sene ben konservatuardan mezun olduktan sonra, korolarda çalarken Atatürkçü Düşünce Derneği’nden bana teklif geldi. Koro şefliği öyle başladı. Atatürkçü Düşünce Derneği’nde koro şefliği yapıyordum, Milli Eğitim’de de öğretmenlik yapıyordum. Sonra okul sonrası kurslar için Halk Eğitim’e başladım.
Koroma gelince, 10 yılı aşkındır koro şefliği yapıyorum. 7 yıl Atatürkçü Düşünce Derneği korosuydu. Sonra emekli subay derneklerinde yaptım. 6-7 senedir özel Şef Gülçin Bayram Türk Müziği Topluluğu olarak yapıyorum bu işi. Konserlerimden hiç para kazanmadım. Asla o niyetle bu işi yapmadım. Atatürkçü Düşünce Derneği’nde görev yaparken, konserlerin hepsini ücretli yapıyorduk. Bütün geliri, orda 13 tane kız çocuğun eğitimine gidiyordu. Bireysel anlamda da böyle yaptığım konserler oldu. Eğer ücretli konser veriyorsam mutlaka o geliri bir vakfa bir derneğe bağışlıyordum. Şehit aileleri, Lösev gibi. Müzik camiasından ihtiyacı olan hasta arkadaşlarımız için de konserler yaptık. Şimdiye kadar hiçbir konserim şahsi gelir amaçlı değildi. Fakat son yıllarda biletli konser yapamıyorum. Çünkü halk konserleri yapıyorum. Gölcük Belediyesi’nin de bana bu anlamda desteği oluyor. Mesela bize konser yeri, ses sistemi veriyorlar. Böyle imece usulü, geliri olmayan tamamen halk konseri. Bu iş sevda gibi bir şey. Siz buna para kazanmak gözüyle bakarsanız öyle girilecek bir iş değil. Bu aşk işi. Aşkla yapıyorum. Manevi olarak paha biçilmez derecede büyük bir servet kazanıyorum, diyebilirim. Ama ekonomik olarak baktığınız zaman tabi ki değil. Ama mutluyum. İyi ki yapıyorum ve yapmaya da devam edicem. Ben zaten okulda kendi maaşımı alıyorum. Emekliyim, ayrıca çalışıyorum. Ama koro tamamen farklı bir durumda. Korom bireysel bir koro. Buraya gelenler, müziksever insanlar. İnsanlar koroma başvurduklarında şöyle bir şey söylüyorum. Sevgi korosuyuz. Fakat sevgi suistimale gelmez. Disiplin çok önemli. Koromdakilerle konuşsanız benim için ‘tatlı ve sert’ diyebilir. Ben koromu çalıştırırken kelebek gibiyim. O kadar mutluyum ki. Ama en ufak bir disiplinsizlikte bakışımdan, “Gülerken bile kızdığınızı anlıyoruz” diyorlar. Belli bir mesafe ve tarzınız olunca onlar sizi anlıyorlar. Olay da sevgiye dayalı olunca “Kocaman bir aileyiz” diyorum. Burada hepimiz en güzelini yapmak için uğraşıyoruz. Herkes saygı ve sevgi çerçevesinde. Koromda da zaman zaman kişiler arasında ufak tefek şeyler olabilir. Bir aile gibi düşünün. Ailede olan biten şeyler gibi. Ama saygı ve sevgi benim vazgeçilmezim. Benim de yaptığım, bana da yapılmasını istediğim.
Karşınızda mühendis var, doktor var, ev hanımı var, esnaf var. Ancak koroda herkes bir. O insanları tek bir noktada buluşturabilmek gerçekten çok önemli. O hamuru yoğurmak çok önemli. Bankacılığın bana kattığı en güzel şey bu yöneticilik eğitimimdir. Bu yüzden belki de iyi ki olmuş. Çünkü şef olmak, sadece müziği yönetmek, sazı yönetmek değil. O ortamın nizamını da sevgiyle sağlamanız lazım. Çünkü sizin enerjinizi de alıyorlar. Ben şarkıyı coşkuyla yönetiyorsam, o enerjiyi orda hissediyorum. Şeflik oradaki ambiyansı sağlamak, insanların birbirleriyle olan ilişkilerini de yönetmek gibi. Oranın bütünlüğünü korumak, o ekip ruhunu vermekle ilgili. Sanırım bendeki ekip ruhu, tamamen yöneticilikle, bankayla ilgilidir diye düşünüyorum. Oradan almış olduğum en büyük değer de odur.
“Başkalarının istediği şekilde yaşarsanız, hayatınız sizin değil kaçırılmış, kaybolmuş bir hayat olur.”
Hayallerini gerçekleştirmek için adım atmak, kendini bilmekle ilgili. Ben 18-19 yaşında “Hayır ben bunu yapıcam” demedim, hakkımı bile savunmadım. O karar verildiğinde ağzımı bile açmadım. Şimdi ailemle konuştuğumda, benimle gurur duyuyorlar. Bu hayatı bilmekle, hayatı tecrübe etmekle alakalı. Yani insan kendisini biliyorsa 18’inde de bunu yapar, 45’te de. Yeter ki samimiyetle yürekten istesin. Ve çevre baskısı, o baskı, bu baskı. Hayır, hayır hayat sizin hayatınız. Başkalarının istediği şekilde yaşarsanız, hayatınız sizin değil kaçırılmış, kaybolmuş bir hayat olur. Hayallerinizin peşinden koşun, asla bırakmayın ve istediğinizi yapın. Siz ne olmak istiyorsanız o olun.
Comments